12 Şubat 2015 Perşembe

İki Ayrı Kentte Yaşamak

Farkındamısınız bilmiyorum. Kent büyüdükçe tarihsel dokusu küçülüyor. Kentin eskiden gelen mimari değerleri yerini (yeni/planlı/izinli ve yasal) eskiden gelen kimlik ve peyzaj değerlerini gözetmeyen bir mimari anlayışa bırakıyor. Tarihsel kimlik ile çağdaş gelişme arasındaki ilişki ve çelişki bu kentin öncelikli konusu. Muğla’da kentleşme irdelenmeli. Kentteki yeni yapılanma ve kentsel gelişme alanlarındaki sivil ve kamusal örnekler geleneksel karakteri ve kazanımları devam ettiren bir anlayışın önceliğinde şekillenmeli. Muğla’nın son yirmi yılında oluşturulan yeni yerleşim alanları geçmişi yok sayarak gelişmemeli.
Hele ; korumacılık konusunda marka şehir haline gelmiş bir kentte bu hiç olmamalı.
Kente egemen olan yeni ve modern karakter ile geçmiş arasındaki bağ sadece mimari anlayışta kopmadı… Sosyolojik açıdan da yollarını ayırdı.
Bir yerde eski kent dokusunda kentliliğini korumaya çalışanlar, bir yanda mega alışveriş merkezlerinde yeni kimlikleri ve yaşayış tarzlarıyla kente dahil olmaya çalışanlar müthiş bir çelişkinin iki ayrı karakterini oluşturuyor. Kent süreklilik sağlayan bir unsurdur.
Kent aynı zamanda kopukluklar üzerine kurulan ilişkilerin yaşandığı yerdir. Doğrudur.
Ancak, eski kent dokusu ile modern kent yapısı bize çok ciddi bir çelişkiyi yaşatıyor. Mesafelerini, ekonomik yapılarını ve sosyal anlamlarını kısalar üzerine kurmuş bu kent sanki bir metropol ve biz bir metropol hastalığı yaşıyoruz. Kopukluğu yaşıyoruz.
Kentin eski yerleşim alanları ile yeni yerleşim alanları arasında mimari, sosyalojik, kültürel ve siyasasal ilişkisi ve ilişkilenmesi kalmadı.
İki ayrı kentte yaşıyor gibiyiz.
Kentin yeni yüzü, kentin eski yüzünden hiç esinlenmiyor. Kente egemen olan yeni ve modern karakter, kişiliksiz bir mimari ve tarihsel yaşanmışlıkları tümüyle unutan tek düze bir şehircilik anlayışı ile yöresel yaşam ve kültürü değiştirmeye çalışıyor. Alışkanlıklarımızın sınırlarını zorluyor. Bu anlayışta Bakkal Amca yok.
Süper-Mega-Hiper marketler var. Bu mekanlar her ne kadar özgürleştirici mekanlar gibi görünse de, kent insanı olmanın, kentli olmanın mekansal duygularını yaratamıyorlar. Ara sokaklarda kazandığımız kent kimliği, bu trend mekanlarda yok olup gidiyor.
Kopukluklar kenti olmak için henüz çok erken diye düşünenlerdenim.
Kenti yazmak kolay değil. Kentin neredesin de durduğunuz önemli. Kentin nesini yazacağınız da önemli. Ben tercihimi yaptım.
Kentin yaşamı, sosyal yapısı, mimarisi, kültür değerleri, sanatı, ekonomisi, istihdamı benim için en öncelikli konular. Kent olgusunun içinin ne ile dolması gerektiğini biliyorum. Son yirmi yıldır kent hastalığı haline gelen yeni yerleşim/yeni kent olgusunun kentsel bütünlük içinde, geleneksel mimariden, sosyal ve kültürel hayatımızdan etkilenmesini, esinlenmesini istiyorum. Önlem alınmasını istiyorum. Kentin geleceğini, çağdaşlığını, gelişimini, yeni yerleşim alanlarına göremeyiz.
Yüzümüzü ovaya, sırtımızı dağa dönemeyiz.
Tercih edilen yerleşim alanları haline gelen yeni gelişme bölgeleri karşısında tarihsel mirasımızın giderek yanlızlaşmaması için önlemler bir dizi önlem alınıyor.
Yerel yönetimin gayretinin yanına başka gayretlerin ve işbirliklerinin sağlanması gerekiyor. Gelişen bölgelerdeki yapılanma hakkı, mimari karakteri ve şehircilik düzenlemeleri geleneksel unsurlarımızdan kopuk olmamalı.
Yeni bir Saburhane meydanı yaratmak mümkün mü ?
Yeni bir Tabakhane yaratmak ?
Ya yeni bir Arasta ! Mümkün mü ?
Sosyal olgular ve kent kültürü her şey unutulduğunda aklımızda kalan şeydir. Aklınızda kalan şeyleri lütfen bir kez daha hatırlayın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder