22 Ocak 2015 Perşembe

Namık Açıkgöz’ün Sorusu

Manisalı Prof. Dr. Namık Açıkgöz, Muğlalı Özcan Özgür’den Muğla’ya dair bir şeyler öğrenmiş midir bilmiyorum. Öğrendi ise ne mutlu bana…

Ama ben Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Namık Açıkgöz’den Muğla’ya dair çok şey öğrendim, öğrenmeye devam ediyorum.

Bir Muğlalı olarak… Mesela…

Kendilerine göre Allah’a giden yolun sahibi, dönemin ‘sahih tarikatlarının’ hemen hepsinin Muğla’da kollarının, temsilcilerinin bulunduğunu; onlardan birinin “Rifailer” olduğunu; Rifai Şeyhi Hasan Nuri’nin mezarının Kızıldağ’da olduğunu; o mübarek kişinin mezarının dönemin Muğla Belediye Başkanı Erman Şahin tarafından korunduğunu; CHP’nin Muğla’daki ünlü il başkanlarından rahmetli Hasan Nuri Öncüer’in dedesinin Rifai Şeyhi Hasan Nuri olduğunu Prof. Dr. Açıkgöz’den öğrendim.


Bir Muğlalı olarak… Mesela…

Muğla’nın nasıl bir coğrafya olduğunu, Muğlalıların nasıl insanlar olduklarını bize en güzel anlatan Karabağlar Yaylası’nın Keyfoturağı Kahvesi’nde “mescit” ile “meyhanenin” yan yana oluşundan öğrenebilirsiniz.

İşte o Keyfoturağı Mescidi’nin iç duvar süslemelerinde Yedi Uyarların anıldığını Prof. Dr. Açıkgöz ile birlikte keşfettik…


Prof. Dr. Namık Açıkgöz kendi alanında “Muğla’yı, Muğlalılığı” bilir, bildirir…

Bu hafta 2 Nisan 2013 tarihli son yazısına “Neresini düzeltelim?” başlığı atmış.

Başlığı görünce “Eyvah” dedim.

Namık hocam sıkı edebiyatçı ve dilcidir.

Hem gazetemizin, hem benim dil hatalarımı acımasız eleştirir.

Yazısının başlığını görünce, “Tamamdır, şimdi de hoca sözlü uyarılarından bıktı, bizi köşesinden halletti.” dedim, kendi kendime…

Yazıyı okuyunca kendi adıma rahatladım.


Namık Hocam, yazısına “Geçen hafta bir arkadaşımızın yazısına, çok iyi bildiğim ve sık sık da kullandığım Farsça ‘Men çi guyem’ cümlesiyle başladığını görünce merak edip yazıyı açtım ve okumaya başladım. İnternet sayfasındaki ilk 4 cümleyi okuyup, 7 yanlışla karşılaşınca, şaşkınlıktan gözlerim fal taşı gibi açıldı.” diye başlamış.

“Arkadaşım” dediği yazarın yazısı bizim gazetede değildi… Namık hocam o yazarın yazısının ilk satırlarını köşesine “Önce tamamını yazalım., Men çi guyem tamburam çi guyet… Türkçesi, “Ben ne diyorum davulum ne söylüyor?” Bu tekerleme şimdi adını tam hatırlayamadığım bir divan şairimize aittir. Belki de hiç kullanmayacağınız bu tekerlemeyi niçin kullandım?” diye aldıktan sonra devam etmiş:

“İlk 4 cümleye 7 yanlış sığdırma başarısının şaşkınlığıyla “Dikkat!… Namık Açıkgöz çıkabilir!…” diyerek yazıyorum bu yazıyı.”


“Evet… Maalesef bu 4 cümlede 7 yanlış var.” diyen Namık hocam yanlışları şöyle sıralamış:

“1) Atasözünün doğrusu şudur: “Men çi gûyem, tanbûrem çi gûyed!…” Türkçe karşılığı: “Ben ne diyorum; tamburum ne diyor!…”

2) Alıntıdaki “tamburam” Türkçe bir kullanımdır; oysa cümle Farsça bir cümledir. Özgün kullanımı “tanbûrem”dir.

3) Cümledeki kelime “guyet” şeklinde yazılamaz. İngilizcedeki “and” yerine “ant” yazabilir misiniz? “gûyed” kelimesinin sonundaki “d” harfi, üçüncü tekil şahıs ekidir; bunu “t” yaparsanız, ikinci telik şahıs yapmış olursunuz.

4) “Tambura” veya “Tenbûr”un anlamı “davul” değil, bildiğimiz ve Türkçede “tambur” dediğimiz telli bir enstrümandır.

5) Bu söz bir tekerleme değil, Farsça bir atasözüdür.

6) Bu Fars atasözü, bir divan şâirine ait değildir.

7) “Belki de hiç kullanmayacağınız…” hükmü yanlıştır. Bu atasözünü ben çok kullanırım ve birçok aydın da kullanır.”


Merak eden Namık hocanın 2 Nisan 2013 tarihli “Neresini düzeltelim?” başlıklı yazısının tamamını isteyen köşesinden okur.

Namık hocanın yazısına neden sardım? Bana da atıfta bulunmuş da ondan. O yazısında şöyle demiş:

“Geçen ay, Nail Çakırhan’a ait güzelim bir şiirin Nazım Hikmet’e mâl edilmesini de sevgili Özcan düzeltmişti.

Tam da bu konuya uygun bir fıkra:

Baba Erenler, devamlı sarığı kirli gezermiş. Bir gün biri, ‘Baba, şu sarığını yıkasana…’ demiş. Baba Erenler, ‘Gene kirlenecek nasıl olsa… Niye yıkayayım ki?…’ demiş. Adam ‘Eeee… Gene yıkarsın…’ demiş. Baba Erenler, ‘Eeee… Gene kirlenecek…’ demiş… ‘Gene yıka-gene kirlenecek’ derken Baba Erenler sonunda patlamış: ‘Erenler, biz bu dünyaya sarık yıkamaya mı geldik?…’ demiş.

Bizimki de o hesap sevgili Özcan… Biz de bu dünyaya yanlış düzeltmeye mi geldik?

Görüyorsun… ‘Deveye sormuşlar hörgücün neye eğri?…’ muhabbetine bile girmedim.

Boş veeer!….

Bak, bahar geldi…

Her yerden hayat ve güzellik fışkırıyor…

Sa’d-âbâdımız yok ama Gökovamız var; Karabağlar yaylamız var… Yalandan yanlıştan şeylerle uğraşmayalım sevgili Özcan… Bahardan kâm alalım…

İliklerine kadar baharı yaşa… Nemize gerek elin üç ayaklı beş keçisi!…”


Ah hocam kolay mı bahardan kâm almak? Bırakmıyorlar ki… Hani derler ya alemin derdi seni mi gerdi… O hesap, Muğla’nın derdi, bir kere bizi germiş…

Sevgili Namık hocam doğru söze ne denir?

“Eğri” denmez elbette. Doğru denir…

Ne diyeyim Sevgili Namık Hocam… Ben de köşende vurguladığın gibi “Çanakkale boğazı” diyorum, ama birileri de “yandı bilmem neresi” diye anlıyorlar. Sallamalarına da sallamıyorum!

Sizin çıkıp geleceğiniz de aklıma gelmemişti.

Tabi ki dikkat ediceen!

Ben dikkat ediyorum Sevgili hocam… Burası Muğla!

Dam başında kumru, onların dediği kimin umuru?


-Kaynak: Hamle Gazetesi, http://www.hamlegazetesi.com.tr/namik-acikgozun-sorusu/#sthash.iKgM0dWZ.dpuf

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder